Sayın Milletvekilimiz,
Değerli Hocalarım,
Değerli Meslek Büyüklerim,
Meslek Odalarının, Sendikaların, Derneklerin Değerli Başkanları, Yöneticileri, Değerli Meslektaşlarım,
Sevgili Genç Meslektaş Adaylarımız,
Değerli Konuklar,
Hepinizi Eskişehir-Bilecik Tabip Odası Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime yaşamını kaybetmiş tüm meslektaşlarımı saygıyla anarak başlamak istiyorum. Ruhları şad olsun. Anıları bizlere her zaman ışık tutacaktır.
Değerli konuklar,
Bugün 14 Mart 2025.
14 Mart ilk kez işgal altındaki İstanbul’da bundan tam 106 yıl önce 14 Mart 1919’da kutlandı. Gururla andığımız bu kutlama, aslında emperyalist güçlere karşı bir grup tıbbıyeli öğrencinin başkaldırı eylemi idi. Genç tıbbiyeliler, yaşadıkları topraklara, mesleklerine ve değerlerine duydukları sorumlulukla o gün işgale karşı tutum aldılar.
Modern anlamda ilk tıp fakültesinin Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin 14 Mart 1827’de kuruluşunun 92. yılını kutlama bahanesiyle Kurtuluş Mücadelemizde önemli yeri olan bir toplantı düzenlediler.
O gün, bir özgürlük ve bağımsızlık hareketi olarak kutlanan ilk bayram günümüz oldu.
O genç grubunun içindeki henüz 18 yaşında olan Tıbbiyeli Hikmet tıbbiyeyi temsilen 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’ne katıldı ve mandacılığa karşı yaptığı ünlü konuşmasının ardından Mustafa Kemal onu destekleyen ve takdir eden bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal, tarihe nakş olan “Ya istiklal! Ya Ölüm!” sözünü o anda söylemiştir.
Biz hekimler 106 yıl önce bize teslim edilen bu meşaleyi taşıyoruz ve her zaman taşımaya devam edeceğiz.
Bizler, her zaman ülke sorunlarına duyarlı, bilimden, aydınlanmadan, laiklikten, adaletten, bağımsızlıktan, özgürlükten, barıştan, insan haklarından yana olduk ve olmaya devam edeceğiz.
Çünkü iyi hekimlik yapabilmek için gerekli ortamın ancak bu saydıklarımızla mümkün olduğunu biliyoruz.
14 Mart’lar bizler için hem gururla andığımız bu tarihimizi andığımız, kutladığımız bayram günüdür hem de iyi hekimlik koşulları için mücadele inancımızı ve gücümüzü dile getirme ve artırma günüdür.
Bugün ülkemizin dört bir yanında hekimler, yaklaşık 20 yıldır uygulanan sağlıkta özelleştirme cenderesinin altında türlü zorluklarla mücadele etmektedirler.
Genç Cumhuriyet’in büyük zorluklarla inşa ettiği kamusal sağlık hizmeti sağlıkta dönüşüm adı altında piyasacı anlayışa terk edilmiştir.
Gelinen noktada bu para ve rant merkezli sağlık sistemi iflas etmiştir. Ancak maalesef geçen sürenin bedeli hem biz hekimler ve sağlık çalışanları hem de halkımız için çok ağır olmuştur.
Hekimler, kendilerine dayatılan, emeklerinin, bilgilerinin, deneyimlerinin yok sayıldığı, etik dışı, iyi hekimlik ilkelerine bütünüyle aykırı, güvensiz, güvencesiz, şiddete açık ve şiddet doğuran çalışma koşullarından dolayı mutsuzlar. Genç hekimler kendilerine değer verilen ülkelere gitmeyi tercih ediyorlar. Son 5 yılda 11 bin hekimin başka ülkelere gitme kararı aldığını biliyoruz.
Bugün ülkemizin sağlık ortamı, tıp eğitiminde, birinci, ikinci, üçüncü basamak hastanelerde, kamuda veya özel sektörde hemen tüm birimlerinde büyük sorunlar yumağı halindedir.
Sağlık kurumları işletmeye dönüştürülmüş, hastaya ayrılan süreler 3-5 dakikaya indirilmiştir. Hekimler performans baskısı altında çalışmaya zorlanmakta, nitelik değil, sayı sorgulanmaktadır. Maalesef Sağlık Bakanı başvuran hasta sayısı ile övünmektedir. Geçtiğimiz yıl hastanelere başvuru sayısı kişi başına 11.4’tür. Bu ort. 6 olan OECD ülkelerinin çok üzerindedir.
Aile hekimlerimiz, asıl görevleri olan koruyucu sağlık hizmetine neredeyse hiç zaman ayıramamaktadırlar. Çalışma koşullarının, özlük haklarının düzeltilmesi bir yana hepinizin bildiği eziyet yönetmelikleriyle karşılarına yepyeni sorunlar getirilmiştir.
Acil servislerimiz, kötü sağlık sisteminin ve sosyal devlet ilkesinden uzaklaşmanın yükünü en çok çeken çalışma alanlarımızdandır. Geçtiğimiz yıl acil servislere başvuru sayısı nüfusumuzun yaklaşık 2 katıdır ki, bunun dünyada başka örneği yoktur.
Kamu hastanelerinde aşırı hasta yükü altında uzun süre çalışan hekimler, emeklerinin karşılığı olmayan yetersiz ücretlerle, yönetsel baskılarla karşı karşıyadırlar. Liyakate dayanmayan yönetici atamaları ve mobbing en önemli sorunlarımızın arasındadır.
Kamu kaynaklarının şirketlere aktarıldığı, o uğurda devlet hastanelerimizin yıkıldığı şehir-şirket hastaneleri başta hekimler olmak üzere çalışanlar ve hastalarımız için büyük sorunların yaşandığı işletmelerdir.
Üniversite hastanelerinde sağlık hizmeti eğitim ve araştırmanın önüne geçmiş durumdadır. Tıp eğitimi ve mezuniyet sonrası eğitim gün geçtikçe kan kaybetmektedir. Sistemlerine ucuz iş gücü sağlamak ve kadrolaşmak için açılan sözde eğitim kurumları büyük bir sorundur.
Kamu üniversiteleri ekonomik zorluklar, personel yetersizliği, malzeme yetersizliği sorunları yaşamaktadır.
Özel hastanelerde emek sömürüsü, ciro baskısı gibi meslek onurumuzu zedeleyen uygulamalar her geçen gün artmaktadır.
Tek çıkış yolunu muayenehanede bulan meslektaşlarımız bu kez Bakanlığın baskıcı uygulamalarına maruz kalmaktadır.
Emekli hekimlerimizin durumu ise ülkenin başka bir ayıbıdır. Ömürlerini, sağlıklarını bu ülkeye vakfetmiş hekimler bugün yoksulluk sınırının altında hatta açlık sınırında maaşa mahkûm edilmektedirler.
Sağlığı ticarileştiren bu ortam, şiddet doğurmaktadır. Çeteleşmelere ortam hazırlamıştır.
Bu saydıklarımız sağlıkta yaşadığımız genel sorun başlıklarıdır. Bunlar dışında neredeyse çalıştığımız her birimde liyakatsizlik ve değersizleştirmenin en önde giden sorun olduğu yüzlerce sorun yaşıyoruz.
Ülkemizin mevcut sosyoekonomik durumu ayrıca toplumumuzun sağlığını tehdit eder boyuttadır. Yoksulluk, işsizlik, şiddet, eğitim sisteminde yaşadığımız sorunlar, çevre kıyımları hepsi birer halk sağlığı sorunudur. Eşitsizlikler hastalıkları artırdığı gibi, sağlığa ulaşmanın da önünde önemli bir engeldir.
Bugün yoksul halkımızdan devlet, genel sağlık sigortası, katkı katılım payı adları altında ödemeler beklemekte iken zengin sınıfın vergilerini affetmekte, teşvikler vermektedir.
Bu kötü sağlık sistemi sadece hekimlerin, sağlık çalışanlarının emeklerini, varlıklarını değil, halkın sağlık hakkını da yok saymaktadır.
Ancak, sağlık ortamının bu karanlık görünümü bizleri asla ümitsizliğe sevk etmemelidir, edemez.
Biz hekimler, halkımızın sağlık hakkını savunurken, emeğimize ve geleceğimize sahip çıkma taleplerimizi, sözümüzü daha gür söylemek için birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızla ve halkımızla bir aradayız. Bugün de ülkemizin dört bir yanında hep birlikte G(ö)REV eylemindeydik.
Hep birlikte “başka bir sağlık sisteminin mümkün” olduğunu dile getirdik. Türk Tabipleri Birliği’nin bu 14 Mart’a gelirken bizlere yol gösterici olarak sunduğu bu ilke ile başka bir sağlık sistemini birlikte omuz omuza görev yaptığımız ekip arkadaşlarımızla ve halkımızla birlikte mücadele ederek mümkün kılacağız.
Bu sağlık sisteminde;
Sağlığın bir hak olduğu ilkesiyle, sağlık hizmeti herkese eşit, nitelikli, erişilebilir, kamusal ve ücretsiz olacaktır.
Güvenli, güvenceli, şiddetten uzak çalışma ortamları ve koşullarında, iyi hekimlik yapacağız ve koruyucu hekimliğin öncelendiği çağdaş, bilimsel sağlık hizmeti vereceğiz.
Bu sistem, merkezinde paranın değil, bilimin, emeğin, liyakatın olduğu, emeğimizin, bilgimizin, deneyimimizin değerinin bilindiği, katılımcı, adil, demokratik bir sağlık sistemi olacaktır.
Bunu başarmanın çok kolay olduğunu biliyoruz. Burada önemli olan tercihini bundan yana yapan iradenin var olmasıdır. Bu nedenle başka bir sağlık sisteminin adaletin, demokrasinin, barışın var olduğu başka bir Türkiye ile mümkün olduğunu biliyoruz.
Buna olan inanç ve mücadele ruhumuzla tüm meslektaşlarımızın 14 Mart Tıp Bayramını kutluyorum ve hepinize saygılar sunuyorum.
Dr. Nazan Aksaray
Eskişehir-Bilecik Tabip Odası
Yönetim Kurulu Başkanı